Artık kelimenin anlamını bilen kaldı mı acaba?! Türkçe sözlükte nezaketin anlamı şöyle geçiyor:
nezaket (neza:ket) Başkalarına karşı saygılı ve incelikle davranma, incelik, naziklik, zarafet: “Dillere destan İstanbul nezaketini o evde gördüm, ağzım açık kaldı.” -A. Kutlu. Güncel Türkçe Sözlük
Fazladan yapılan bir incelik, saygı ya da kraliyet ailesi bürokrasisi değil beklediğim. Normal, toplum içinde birlikte yaşamanın gerektirdiği, basit, net, herkesin birbirine saygılı olması ile ilgili bir incelik.
Nerede o eski İstanbul beyefendileri, hanımefendileri diyecek bir yaşta değilim. Hatta o günleri bilmem bile, ama son zamanlarda gözlemlediğim insan davranışları ne yazık ki bana bile ne olmuş bu insanlara dedirtiyor.
Sabah otobüse binerken şoför beye günaydın demek, ofise yürürken esnafla merhabalaşmak, bunları bile aramıyorum artık. Bana bulaşmasınlar yeter duruma geldik. Yolda yanlışlıkla birine çarpsanız, kusura bakma demek için ağzınızı açmanıza fırsat kalmadan yiyorsunuz küfürü kalayı.
Üzülüyorum, yıpranıyorum, kalabalıklardan kaçmaya başlıyorum, yoruluyorum ve yalnız değilim böyle hissederken. Çevremdeki bir çok kişi de benimle aynı şikayetlerde. Hatta bence küfürü kalayı basan kişi bile o sırada farkında olmasada, o davranış şeklini seçerek yine kendisini yıpratıyor.
Bu kadar stres nereden geldi üzerimize?
Şimdi de stres nedir ona bakalım sözlükten. İki ayrı stres çıkıyor karşımıza. Biri Güncel Türkçe Sözlükten; stres: İng. stress tıp, Ruhsal gerilim. Diğeri ise; Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğünden; stres İng. stress 1. Canlı organizmasında savunma uyandırıcı etkilerle (stres faktörü) buna karşı oluşan savunma mekanizması. 2. Dayanıklılığı azaltan fiziksel veya mental gerilim, gerginlik. 3. Canlıların yaşamı için uygun olmayan koşullar.
Gördüğünüz gibi canlıların yaşamı için uygun olmayan koşullar diyor. Bu kadar gerilim, gerginlik, dayanıklılığın kalmaması, neden kaynaklı bilmiyorum ama bildiğim şey bu gidişatın gidişat olmadığı. Üstelik benim de bunu söylemek için genç yaşta olmam. Ben ve benim yaşımdakiler artık bu hissiyatta ise geleceğimizden endişe etmek gerek. Ve herkesin durup düşünmesi, sakinlemesi. Görünen o ki, geleceğe doğru giderken ilermek yerine geriliyoruz (iki anlamıyla da; hem geri gitmek hem gerilmek anlamıyla).
Dün arkadaşlarımızla konusu geçti Einstein’ın bir lafından bahsediyorduk. Söylediği şu sözün doğruluğu artık yavaş yavaş kanıtlanıyor sanırım.
“I know not with what weapons World War III will be fought, but World War IV will be fought with sticks and stones.” Albert Einstein, Physicist (1879 – 1955)
“3.Dünya Savaşı hangi silahlarla yapılır bilemiyorum ama 4.Dünya savaşı taşlar ve sopalarla yapılacak.”
Hatice Meryem‘in kitabı Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun, Hülya Karakaş’ın müthiş rejisi ile Aralık ayından itibaren tiyatro sahnelerinde olacak.
Beni heyecanlandıran ise bu sefer oyuncu olarak değil Hülya Karakaş‘ın yönetmen yardımcısı olarak reji ekibinde yer alıyor olmam. Kitabın oyun tekstine dönüşmesinden, oyuncuların tekstteki karakterlere can vermesine, kostümünden dekoruna her aşamasında bu yaratımın bir parçası olmak çok heyecan verici ve itiraf ediyorum biraz da yorucu bir süreçti.
Ama 11 aralık’taki ilk oyunumuzu sahnede izleyip, seyirci alkışlarını, ara ara gülmelerini duyduktan sonra sanırım ne yorgunluk kalacak ne başka bir şey.
Oyun öncesi sizinle BabaZula‘nın yaptığı muhteşem oyun müziğimizi paylaşırsam kimse kızmaz sanırım :) Buyrun aşağıdaki linki tıklayalım…
Sinek Kadar Kocam Olsun – BabaZula
Tags: Baba Zula, Hatice Meryem, hulya karakas, sinek kadar kocam olsun, sinemis candemir
Posted in Müzik, Sinemis, Tiyatro — 2 Aralık 2011 — No Comments »
İnternet dünyasında sağlıklı bilgiye nasıl ulaşılacağını kullanıcılarının çoğu bilir. Ama ben bilgisayar, internet, web üzerinden bilgiye ulaşmayı henüz tam olarak bilmeyenler için işlerini kolaylaştıracak bir şey yapmak istiyorum.
Diyelim ki benim hakkımda bilgiye ulaşmak istiyorsunuz, Google isimli siteye girip ‘sinemis candemir’ yazınca an itibariyle 0.07 saniye içinde 76bin sonuç çıkıyor. Bu sonuçlar arasında ilk sırada göreceğiniz, zaten bu yazıyı da okuduğunuz ortam olan www.sinemiscandemir.com yani benim resmi internet sitem. Resmi kelimesini sevmesem de sanırım internet sitesinin bana ait olduğunu, yönetiminin benim tarafımdan yapıldığını vurgulamak için gerekli bir kelime. Yoksa pek de resmi bir insan sayılmam :) Neyse konuyu dağıtmayalım…
Gelelim Googledan 76bin sonuç önümüze döküldüğünde ne yapacağımıza. Zaten ilk sırada çıkarak işinizi kolaylaştıran resmi web sitemden, benimle ilgili tüm doğru bilgilere, okuduğum okullar, çalıştığım projeler, yaşadığım hayat vs.den bana ulaşabileceğiniz elektronik posta adreslerine kadar her şeyi bulabilirsiniz. Bunun dışında yine benim yönettiğim twitter, facebook, google+ vs hesaplarımdan da beni takip ettiğinizde benim hakkımda yeterli bilgi edinmiş olursunuz. Zaten oldukça sade ve şeffaf bir hayatım var.
Bunlar dışında bu kızın kendi kendini anlatmasını boşver, bakalım başkaları ne demiş onun için derseniz, artık orada benim yapabileceğim bir şey yok :) Zamanınız varsa 76bin sonuca teker teker bakarsınız, yoksa arada seçtiklerinizden bir fikir edinirsiniz. Sadece gerçek hayatta duyduğumuz her şeye inanmadığımız gibi internette de okuduğunuz her şeyin doğru olmadığını hatırlatmak isterim.
Şu an okuduğunuz web sitemin dışında bana ulaşabileceğiniz linkler (gerci çoğunlukla kullandıklarım twitter ve google+ digerlerini pek verimli kullanmıyorum):
Twitter / Facebook Official Page / Quora (sorularınıza cevap bulabildiğiniz bir site) / LinkedIn / FriendFeed / Stumbler Sinemis / Formspring (gerçi şu ara kapalı tutuyorum) / Tumblr ve son gözdemiz Google+
Tüm bunları niye yazdım? Ben çocukluğumdan beri bilgisayar, internet ve teknojik gelişmelere hep ilgi duydum hep de bunlarla uğraştım. Belki bu yüzden internette bir şey aradığımda nerelere bakacağımı, kimlere soracağımı iyi kötü biliyorum. İnternet leb-i derya, ama bu uçsuz bucaksız denizde o kadar çok bilgi var ki doğru bilgiye ulaşmak da ayrı önem kazanıyor. Eğer benim hakkımda doğru bilgiye ulaşmak isterseniz de size bir yardımım olsun istedim.
Son olarak insanların internet dünyası içerisindeki etkilerini hesaplayan bir siteden bahsedip bu yazıyı kapatayım. Artık kişilerin diğer insanlara etkilerini ve kimlerden etkilendiklerini de klout birimiyle ölçeceğiz galiba.
Sevgiler….
Tags: facebook, google+, internet, sinemis, sinemis candemir, twitter
Posted in Genel, Sinemis — 15 Temmuz 2011 — No Comments »
Hayatın güzel olduğu anlardan biri. Güneş batıyor. Hava çok güzel. Hayatımızdan bir gün daha eksilmesine rağmen maviyle buluşan kırmızılık o kadar güzel ki, bizi mutlu bile ediyor. Bak görüyor musun hayatımızdan bir gün daha eksildi, tüh tüh vah vah diye düşünmüyoruz. Ne kadar güzel yaşıyoruz diye düşünüyoruz.
Aynı şekilde doğumgünleri kutlanırken de mutlu oluyoruz. Bugün bir arkadaşımızın doğumgünü mesela, birazdan onun partisine doğru yol alıp, istanbul’un, boğaz manzarasının, gün batımının keyfini çıkaracağız. Sevdiğimiz arkadaşlar buluşacağız. Biten bir şeyi kutlayacağız. Gün bitişinde, biten bir yaşı kutlayacağız. Üzülmeyeceğiz bitiyor diye. Ne güzel geçirdik, darısı yeni gelecek yılların, yaşların başına diye kutlayacağız. Sanki ömrümüz hiç bitmeyecekmiş gibi.
Dayım da aramızda olsaydı katılırdı bize. O gideli bir sene olacak 22sinde ama bana sanki aramıza katılacak ve hepimize nasıl eğlenilir, hayat nasıl güzel yaşanır öğretmek için birazdan kapıyı çalacak gibi geliyor.
Tags: erden beygiret, gun batimi, istanbul
Posted in Genel — 17 Haziran 2011 — 2 Comments »
Keşke iyi pilav yapmanın tekniklerini biliyor olsaydım da burada sizinle paylaşsaydım. Ama hayır ben sizden öğrenmeye geldim.
Geçen gün annemden kuru fasulye pilav yapmasını istedim. Tamam dedi, ”kuru benden, pilav senden. işim var çıkmam lazım” Tamam dedim, ama olmadı, yapamadım. Daha doğrusu yaptım yapmasına da ben pek beğenmedim.
Pilav tarifi nedir? 1e 1,5 pirinç ve su oranı var. Örneğin 2kase pirinç için 3kase su katıyorsun. Başka bir şey yok zaten. Ne kadar zor olabilir ki?
Önce pirinçleri temiz olmalarına rağmen ayıkladım, ayıklama sırasında ısıttığım suda da yarım saat beklettim. Tencereye biraz yağ koydum ve arpa şehriyeleri biraz kavurduktan sonra sudan süzdüğüm pirinci ve 3kase suyu ekledim. Tuzu da koyup karıştırdıktan sonra tencerenin kapağını kapatıp yüksek ateşte 15 dk bekledim. Daha sonra pilavı tekrar karıştırdım (suyu artık gitmişti) kağıt havluyla beraber tencerenin kapağını kapadım ve kısık ateşte 15dk daha bekledikten sonra altını kapattım.
Yaklaşık bir saat sonra da annem geldiğinde sofrayı hazırlayıp yemeğe oturduk ama malesef pirinçler birbirine yapışmış ve tane tane olmamıştı. Tadı tuzu yerindeydi ama sadece yerindeydi, bir harikalık yoktu. Peki ben yanlışı nerede yapmıştım? Acaba şu knorr’un pilav harçlarını mı denemeliydim?
Annemin dediğine göre pirinci tencereye koyduktan sonra, önce biraz arpa şehriyeyle beraber kavurmalı sonra suyu koymalıymışım. O zaman tane tane olurmuş.
Peki başka önerisi olan?!
Tags: knorr, kurufasulye, pilav, pilav tarifi
Posted in Genel — 15 Nisan 2011 — 15 Comments »
Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü idi. Gerçi bence her kadın emekçi olduğu için Kadınlar Günü demek de yeterli. Tabii ki bugün de dünya düzeninden kendisini kurtaramadı ve maalesef, hediye veya indirim vaad eden ilanlarla, sözde dikkat çekmeye çalışırken yine seksist dil kullanan televizyon programlarıyla geçmiş oldu.
Ben ise dün yapımcılığını şehir tiyatrolarının, yönetmenliğini ise Hülya Karakaş’ın yaptığı ”İstanbul’un Kadınları Sahnelerin Sultanları” isimli belgeseli izledim. Bence hem Türk Tiyatrosu hem de bir dönem kadınların, iz bırakabilmeleri açısından çok önemli bir iş olmuş.
Kadın olmak, çalışıyor olmak, sahne üstünde olmak, adı üstünde gösteri yapmak, istekleriyle ve seçimleriyle kendine bir hayat kurmak o dönem de zormuş. Şimdi de malesef pek değişen bir şey yok. En azından böyle belgeseller ile sosyal tarihimizi ve gelişimimizi gelecek kuşaklar için kayıt altına alıyoruz. Hülya Karakaş, bu büyük işin altına elini sokup, yüzünün akıyla çıktığın için seni kutluyorum.
Umarım bu gece yatıp, yarın kalktığımızda; kadınların birey olarak kabul edildiği, eğitimine, çalışmasına mani olunmadığı, dövülmediği, tartaklanmadığı, kocasının, sevgilisinin ya da ailesinin kendisi için hayat seçimleri yapmadığı, başkasının namusu olarak algılanmadığı, kendisiyle birlikte, olduğu gibi, bir kadın olarak, tüm seçimleriyle kabul edildiği bir güne, bir topluma uyanırız.
Yarın olmasa da, belki bir sonraki gün olur….
Ayşe, Fatma, Selin, Didem, Ebru, Hatice, sen, ben, o, kendimiz olma mücadelesini bırakmazsak, elbet bir gün olur.
Tags: belgesel, dunya kadinlar gunu, hulya karakas, istanbulun kadinlari, kadin, sahnelerin sultanlari
Posted in Genel — 8 Mart 2011 — No Comments »
En çok sevdiğim yemeklerden biridir anne köftesi. Gerçi annemin yaptığı her yemeği çok güzel bulurum, her çocuk gibi. Ama köfte, makarna ikilisi malumunuz çocuk mönüsüdür ve ben de büyüdüğünde başka köfte yiyemeyen çocuklardanım. Nedense tüm o dışarıda yapılan çok ünlü olan inegöl, sultanahmet vs gibi köfteler benim hiç ilgimi çekmez. Nasıl yapıldıklarını da bilmiyorum, içinde ne eksik, neden bana güzel gelmiyor bilmiyorum ama o avuç içinde pıt pıt vurularak yapılan köfteler paha biçilmez benim için.
Bugünkü macerama gelirsek annemle babam hukukçular yemeği adı altında bir sosyalleşme aktivitesine katıldılar ve emekli avukat olan annem pek bir özenerek hazırlandı, süslendi ve dedi ki çocuklar vaktim kalmadı, kıymada çözülmüş oldu artık köfteyi siz yapar yersiniz. Hımmmm…. Ama biz ikimiz de anne değiliz, anne köftesini yapabilir miyiz? Annem de bize tarifini bıraktı ve ona eşlik etmek üzere jön kıyafetini giyip kokular sürünmüş babamın kolunda dışarı çıktı. Tabii ki eski günlerdeki gibi tanımadıklarınıza kapıyı açmayın, ateşle oynamayın tembihlerini şaka yollu söyleyip bizimle dalga geçerek çıkmayı da ihmal etmediler.
İşte köfte maceram da böyle başladı. Aslında malzemeler hazır olduktan sonra oldukça kolaymış köfte yapımı. Önce malzemeleri sayayım:
Yarım kg dana kıyma, 1soğan, 1sarmısak, maydanoz, 2dilim ekmek içi, 1yumurta, köfte baharı, çok az kırmızı ve karabiber (acı istersek pul biber de dökebilirmişiz, ben onu denedim. bakalım :)) ve çok az da süt.
Maydanoz, soğan, sarımsak ve ekmek içini soğan doğrama makinesinde doğradıktan kıymanın üstüne ekledim, yumurtayı üzerine kırdım ve baharatlarımı ekledikten sonra karışımı yoğurmaya başladım. Yoğurmanın sonuna doğru az miktardaki sütü de kattım ve sanırım bu köfteye elimizde şekil verirken karışımın elimize yapışmasını önlemiş oldu. Oldukça kolay bir şekilde yoğurdugum karışımdan parçalar alıp avuç içimde şekillendirdikten sonra borcama dizdim. Önceden ısıttığım 200 derece ve 30 dakikaya ayarlanmış fırına koydum.
Şimdi heyecanla sonucu bekliyorum. Henüz anne olmadım, onun için eminim yine annemin sihirli köfteleri gibi olmayacaktır ama bakalım Sinemis Köftesi nasıl olacak? Mutfaktan güzel kokular geliyor, bakalım. Sonucu yine yazarım…. Aaaaa, fırından ses geldi, 30 dakika doldu bile… En iyisi gidip köftelerime bakayım.
Fırından çıkardığım köftelerimi hemen sizinle paylaşayım derken kardeşimden aldığım haberle yıkıldım. Abla köftelerin çok güzel olmuş ama, tuz koymuş muydun?
AH!
Hay bin kunduz! Şimdi hatırlıyorum, annem malzemeleri sayarken not aldığımda tuzu da unutacak değilim demiştim bilmiş bilmiş anneme, ama yazmayınca, hakikaten unutmuşum! Eh anne sihri eksik kaldı işte! :)
Tags: anne köftesi, köfte, köfte tarifi
Posted in Sinemis — 26 Şubat 2011 — 1 Comment »